KOKU, ADLİ VAKALAR, CANLILAR VE ALIŞKANLIKLAR
Bazı hayvanların üstün koku alma yetenekleri, karmaşık adli vakaların çözümünde kilit rol oynayabilir. Bilindiği gibi stres, pişmanlık ve benzeri negatif duygular vücut kimyasını değiştirir; bu değişim ise doğrudan ten kokusuna yansır. Ancak günümüzde kullanılan kozmetik ürünler, bu ince nüansların fark edilmesini engellemektedir. Üstelik kozmetik kullanmasak dahi, modern insan bu kokuları ayırt etme yetisini büyük ölçüde yitirmiştir. Koku algısı doğal bir yeti olsa da, onu ustaca kullanmak eğitim ve tecrübe gerektirir.
Oysa hayvanlarda bu yetenek korunmuş; hatta çoğu türde, bizim ilk atalarımızdan dahi daha keskin bir seviyede kalmıştır. Öyleyse, karmaşık adli vakalarda suçluların salgıladığı kokuları tespit etmek için bu canlılardan neden yararlanmayalım? Şayet böyle bir çalışma yürütülecekse; araştırma ekibinde yalnızca biyologlar, psikiyatristler veya farklı bilim dallarından uzmanlar değil; hayvanlarla yaşamı paylaşan ve deneyimsel bilgisine başvurulan, örneğin çobanlar gibi kişilerin de bulunması son derece önemlidir.
Kozmetik ürünlerden arındırılmış ve besinlerin koku üzerindeki etkisini sıfırlamak adına beslenmesi kontrol altına alınmış sanıkların hayvanlarla etkileşimi, soruşturmalarda deneysel bir yöntem olabilir. Zira suçluluk psikolojisi taşıyan birinin değişen vücut kimyası, hayvanlara diğerlerinden çok daha farklı sinyaller verecektir. Bu kapsamda sadece evcil türleri veya kara hayvanlarını düşünmemek gerekir; su altı dünyası, örneğin balıklar dahi bu potansiyele sahip olabilir. Çıkmaza giren vakalarda, doğanın bu üstün duyusu doğru başlangıç noktasını işaret edebilir.
Şahsi merakım nedeniyle, belgesel izlerken hayvanların koklama davranışlarına özellikle dikkat ederim. Nadir de olsa, hasta gibi davranan yavruların ebeveynleri tarafından koklanarak kontrol edildiğine şahit oldum. Bu sahneler bende, onların koku ile hastalık arasındaki ilişkiyi bildikleri ve belki de içgüdüsel olarak teşhis koyabilecekleri fikrini uyandırdı.
Bu sürecin şaşırtıcı bir yan etkisi de olabilir: İnceleme sırasında hayvanlar, kişilerin teninden yayılan kokuları analiz ederken, henüz teşhis edilmemiş veya yeni filizlenen sağlık sorunlarını da tespit edebilir. Böylece adli bir soruşturma, kişi için beklenmedik ve hayati bir erken teşhis fırsatına dönüşebilir.
Hayvanlar, yaşam sorumluluğunu bütünüyle kendi üzerlerinde taşır; bu nedenle tehlikelerle dolu dünyalarında hayatta kalabilmek için kesin bilgiye bizden daha acil ihtiyaç duyarlar. Varlığından haberdar olmadığım binlerce tür olsa da, gözlemleyebildiklerimin çoğunda bilgiye ulaşmak için diğer duyulardan ziyade koku duyusunun kullanıldığını görüyorum. Bu durum, diğer duyuların işlevsiz olduğu anlamına gelmez. Ancak doğada koklama davranışının temelinde, doğru ve evrensel bilgiye ulaşma gücü yatar. Beslenme, tehlikeden kaçınma ve üreme gibi yaşamsal veriler ortak bir kodla, yani kokuyla evrene yayılır.
Bu noktada ana eksenden bir nebze uzaklaşarak, bazı canlıların koku yoluyla edindiği "tehlike/kaçınma" bilgisine dair halk arasında yaygın olan, ancak bilimsel geçerliliği kesinleşmemiş bazı örneklere yer verebiliriz: Türk kahvesi yakıldığında çıkan kokunun arıları; narenciye kokusunun karınca ve hamam böceklerini; çürük devekuşu yumurtası kokusunun örümcekleri ve sitronella (limon otu) kokusunun ise sivrisinekleri ortamdan uzaklaştırdığı söylenir.
Kokular, limbik sisteme doğrudan ulaştığı için yalnızca duygu ve hafıza üzerinde değil; alışkanlıklar üzerinde de etkili olabilir. Alışkanlıklar, beynin ödül merkeziyle sıkı bir bağ kuran limbik sistem aracılığıyla şekillenir. Bu nedenle kokular, alışkanlıkları değiştirme veya bırakma süreçlerinde destekleyici bir araç olarak değerlendirilebilir. Daha önce de önerdiğim gibi; yaşam alanlarının kokusunu değiştirmek, bu değişim yolculuğunda atılacak basit ancak etkili bir ilk adım olabilir.
Elbette tam tersi de mümkündür; bazı kokular yeni alışkanlıkların oluşmasında tetikleyici rol de oynayabilir. Örneğin sigara kokusu, kötü alışkanlıklarla özdeşleşmiş en güçlü uyaranlardan biridir. Bu kokuya sıkça maruz kalmak, zihni şartlayarak bağımlılıktan kurtulmayı zorlaştırabilir. Bu yüzden sigarayı bırakırken ortamın kokusunu değiştirmek etkili bir yöntemdir. Ayrıca hiç başlamamak adına, bu kokunun sindiği ortamlardan uzak durmanızı tavsiye ederim. Öte yandan, iyi alışkanlıklar da koku yoluyla pekiştirilebilir. Örneğin mutfağınızın taze sebzelerin ferah kokusuyla dolması, sağlıklı beslenmeyi teşvik eden ideal bir atmosfer yaratabilir.
Şu ana kadar aktardıklarımın ışığında; binlerce yıl önce vedalaştığımız bu muazzam yeteneğin derinliklerine, farklı bilim dallarından uzmanların modern çağın araçlarıyla yeniden ulaşacağına olan inancım tamdır. Çünkü günümüz ekonomisinde esas olan, kokunun hedeflenen insana taşınmasıdır; bu da özellikle kozmetik ve gıda sektörlerinin temelidir. Ancak ticari kaygıları bir kenara bırakıp insanın varoluşuna odaklandığımızda; yaşamda asıl meselenin kokuyu taşıma değil, taşınan kokuların insan zihni tarafından analizi olduğunu fark ederiz.
KOKU, ADLİ VAKALAR, CANLILAR VE ALIŞKANLIKLAR
Bazı hayvanların üstün koku alma yetenekleri, karmaşık adli vakaların çözümünde kilit rol oynayabilir. Bilindiği gibi stres, pişmanlık ve benzeri negatif duygular vücut kimyasını değiştirir; bu değişim ise doğrudan ten kokusuna yansır. Ancak günümüzde kullanılan kozmetik ürünler, bu ince nüansların fark edilmesini engellemektedir. Üstelik kozmetik kullanmasak dahi, modern insan bu kokuları ayırt etme yetisini büyük ölçüde yitirmiştir. Koku algısı doğal bir yeti olsa da, onu ustaca kullanmak eğitim ve tecrübe gerektirir.
Oysa hayvanlarda bu yetenek korunmuş; hatta çoğu türde, bizim ilk atalarımızdan dahi daha keskin bir seviyede kalmıştır. Öyleyse, karmaşık adli vakalarda suçluların salgıladığı kokuları tespit etmek için bu canlılardan neden yararlanmayalım? Şayet böyle bir çalışma yürütülecekse; araştırma ekibinde yalnızca biyologlar, psikiyatristler veya farklı bilim dallarından uzmanlar değil; hayvanlarla yaşamı paylaşan ve deneyimsel bilgisine başvurulan, örneğin çobanlar gibi kişilerin de bulunması son derece önemlidir.
Kozmetik ürünlerden arındırılmış ve besinlerin koku üzerindeki etkisini sıfırlamak adına beslenmesi kontrol altına alınmış sanıkların hayvanlarla etkileşimi, soruşturmalarda deneysel bir yöntem olabilir. Zira suçluluk psikolojisi taşıyan birinin değişen vücut kimyası, hayvanlara diğerlerinden çok daha farklı sinyaller verecektir. Bu kapsamda sadece evcil türleri veya kara hayvanlarını düşünmemek gerekir; su altı dünyası, örneğin balıklar dahi bu potansiyele sahip olabilir. Çıkmaza giren vakalarda, doğanın bu üstün duyusu doğru başlangıç noktasını işaret edebilir.
Şahsi merakım nedeniyle, belgesel izlerken hayvanların koklama davranışlarına özellikle dikkat ederim. Nadir de olsa, hasta gibi davranan yavruların ebeveynleri tarafından koklanarak kontrol edildiğine şahit oldum. Bu sahneler bende, onların koku ile hastalık arasındaki ilişkiyi bildikleri ve belki de içgüdüsel olarak teşhis koyabilecekleri fikrini uyandırdı.
Bu sürecin şaşırtıcı bir yan etkisi de olabilir: İnceleme sırasında hayvanlar, kişilerin teninden yayılan kokuları analiz ederken, henüz teşhis edilmemiş veya yeni filizlenen sağlık sorunlarını da tespit edebilir. Böylece adli bir soruşturma, kişi için beklenmedik ve hayati bir erken teşhis fırsatına dönüşebilir.
Hayvanlar, yaşam sorumluluğunu bütünüyle kendi üzerlerinde taşır; bu nedenle tehlikelerle dolu dünyalarında hayatta kalabilmek için kesin bilgiye bizden daha acil ihtiyaç duyarlar. Varlığından haberdar olmadığım binlerce tür olsa da, gözlemleyebildiklerimin çoğunda bilgiye ulaşmak için diğer duyulardan ziyade koku duyusunun kullanıldığını görüyorum. Bu durum, diğer duyuların işlevsiz olduğu anlamına gelmez. Ancak doğada koklama davranışının temelinde, doğru ve evrensel bilgiye ulaşma gücü yatar. Beslenme, tehlikeden kaçınma ve üreme gibi yaşamsal veriler ortak bir kodla, yani kokuyla evrene yayılır.
Bu noktada ana eksenden bir nebze uzaklaşarak, bazı canlıların koku yoluyla edindiği "tehlike/kaçınma" bilgisine dair halk arasında yaygın olan, ancak bilimsel geçerliliği kesinleşmemiş bazı örneklere yer verebiliriz: Türk kahvesi yakıldığında çıkan kokunun arıları; narenciye kokusunun karınca ve hamam böceklerini; çürük devekuşu yumurtası kokusunun örümcekleri ve sitronella (limon otu) kokusunun ise sivrisinekleri ortamdan uzaklaştırdığı söylenir.
Kokular, limbik sisteme doğrudan ulaştığı için yalnızca duygu ve hafıza üzerinde değil; alışkanlıklar üzerinde de etkili olabilir. Alışkanlıklar, beynin ödül merkeziyle sıkı bir bağ kuran limbik sistem aracılığıyla şekillenir. Bu nedenle kokular, alışkanlıkları değiştirme veya bırakma süreçlerinde destekleyici bir araç olarak değerlendirilebilir. Daha önce de önerdiğim gibi; yaşam alanlarının kokusunu değiştirmek, bu değişim yolculuğunda atılacak basit ancak etkili bir ilk adım olabilir.
Elbette tam tersi de mümkündür; bazı kokular yeni alışkanlıkların oluşmasında tetikleyici rol de oynayabilir. Örneğin sigara kokusu, kötü alışkanlıklarla özdeşleşmiş en güçlü uyaranlardan biridir. Bu kokuya sıkça maruz kalmak, zihni şartlayarak bağımlılıktan kurtulmayı zorlaştırabilir. Bu yüzden sigarayı bırakırken ortamın kokusunu değiştirmek etkili bir yöntemdir. Ayrıca hiç başlamamak adına, bu kokunun sindiği ortamlardan uzak durmanızı tavsiye ederim. Öte yandan, iyi alışkanlıklar da koku yoluyla pekiştirilebilir. Örneğin mutfağınızın taze sebzelerin ferah kokusuyla dolması, sağlıklı beslenmeyi teşvik eden ideal bir atmosfer yaratabilir.
Şu ana kadar aktardıklarımın ışığında; binlerce yıl önce vedalaştığımız bu muazzam yeteneğin derinliklerine, farklı bilim dallarından uzmanların modern çağın araçlarıyla yeniden ulaşacağına olan inancım tamdır. Çünkü günümüz ekonomisinde esas olan, kokunun hedeflenen insana taşınmasıdır; bu da özellikle kozmetik ve gıda sektörlerinin temelidir. Ancak ticari kaygıları bir kenara bırakıp insanın varoluşuna odaklandığımızda; yaşamda asıl meselenin kokuyu taşıma değil, taşınan kokuların insan zihni tarafından analizi olduğunu fark ederiz.